• Nombre de visites :
  • 2269
  • 24/10/2007
  • Date :

          Küfrün Sıfatı Yalan              

küfrün sıfatı yalan
Yalan: Bir yalın yılan

  Dünyevîleşen insan, var oluşunu ebedî âleme göre değil de, gelip geçici dünya hayatına göre mânâlandırdığından ciddi bir aldanma süreci yaşamaktadır. Günümüzde insanoğlu, modernite rüzgârlarıyla aslına ve ruhuna yabancılaşma yoluna sevk edilmiştir. Moderniteyi takip eden süreçte ise, maddî-mânevî her şeyi paramparça ederek anlamlandırmaya çalışan yıkıcı postmodern felsefelerle insanlık iyiden iyiye sersemletilmiş durumdadır. İnsanların, “Neciyim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularını kendi kendilerine ve birbirlerine sormamaları için neredeyse her şey yapılmaktadır. Kitle iletişim vasıtalarında ve Holywood’un başını çektiği filmlerde sürekli işlenen hayatı hızlı yaşama felsefesi, insanları âdeta hızlı yaşamaya şartlandırmaktadır. Var olmanın esas gâyesi olarak dünyadan kâm alma –bugünkü moda tabiriyle keyif alma– tüketim çılgınlığıyla birlikte empoze edilmektedir. Âdeta insanlar, varlığını ve birliğini kâinatın her zerresinde hadsiz mühürlerle bildiren Vacibü’l-Vücud, haşa ‘sanki yokmuş’ gibi bir hayat sürmeye mahkum edilmektedir. Ve bu akıl almaz oyunda başrol ise hakikatin hilâfından başka bir şey olmayan ‘yalan’a verilmiştir. Evet bugün yalan, (onu yasaklayan dinlere ve öğretilere rağmen) belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar revaçtadır.

  Garbi yeli, garbi yeli, ne esersin deli deli

  Tim Rayment’in 20 Kasım 2005 tarihli The Sunday Times gazetesinde yazdığı “Hakikat Elle Tutulamayacak Kadar Yakıcı Mı?” başlıklı makalesinde ve araştırmacı Brian Martin’in Social Anarchism dergisinin 35. sayısında kaleme aldığı “Daha İyi Bir Dünya İçin Yalan Söylemek” başlığını taşıyan ilmî makalesinde, yalana karşı takınılan genel tutum ve mülâhazalar açıkça gözler önüne serilmektedir. Rayment’ın ifadelerine göre Batı’da yalan/yalan söyleme, delilik sınırında bir ömür süren ve sonunda da deliren nihilist felsefeci Nietzsche’nin: “Yaşamak için yalanlara ihtiyacımız var.” hezeyanıyla paralellik arz eder. Batı’da ‘yalan’, en az ‘hakikat’ kadar hayatın bir parçası hâline gelmiş durumdadır. Öyle ki eskiden beri, bir şekilde insanın kendi çıkarlarını korumak, bir kâr veya fayda elde etmek için söylediğine inanılan yalanı, bugün herhangi bir psikolojik hastalığı olmayan ve toplumda çok başarılı kabul edilen insanlar bile görünür hiçbir makul sebep olmadığı hâlde söyler duruma gelmiştir. Toplumda hemen herkesin her fırsatta yalan söylemeye meyilli olması, insanlarda ‘doğruyu söylese de nasıl olsa inanılmayacağı’ düşüncesini oluşturduğundan, hakikati söylemek sanki lüzumsuz ve kıymetsiz bir hâl almaktadır. Bu menfî durum da, yeni yalanlardan oluşan fasit daireler doğurmaktadır.

  New Scientist dergisinin 253 ayrı araştırmaya dayanarak ilân ettiği bir rapora göre, insanlar inandırıcı yalan söyleme konusunda o derece ustalaşmışlar ki, ortaya çıkarılan yalan nispeti, yaklaşık % 53’tür. Bu nispete, yalanları ortaya çıkarma hakkında uzmanlaşmış polislerin, psikologların, terapistlerin ve hakimlerin söz ve fiilleri de dâhildir.                                                             

küfrün sıfatı yalan

   Dr. Sean Spence, British Research dergisinde, insanlar yalan söylemeye karar verdiğinde beyinde ne gibi değişiklikler olduğunu ortaya koyan bir makale yayımladı. Bu araştırma, yalan söylemek için yapılan her teşebbüste prefrontal korteksin hep aynı bölgesinde yoğun bir uyarılma faaliyeti oluştuğunu ortaya çıkardı. Öfke ve saldırganlık dâhil otomatik olarak amigdala bölgesinde oluşan dürtülerin iradî olarak kontrol edilmesinde vazifeli prefrontal korteks bölgesiyle, yalan söyleme anında yoğun şekilde uyarılan bölgenin aynı olması dikkat çekiciydi. Buradan çıkan neticeye göre, yalan söyleme durumu oluştuğunda, hem doğru hem de yalan söylemeye müsait yapıdaki insan fıtratında mündemiç olan hakikati söyleme eğilimi, beyindeki bu bölgenin otomatik olarak artan uyarılma faaliyetleriyle bastırılmaya çalışılır. Spence’in tespitlerine göre, yalan söyleme durumunda beynin sergilediği bastırma ve direnç gösterme faaliyetinin yoğunluğu, diğer dürtüleri kontrol etmede gösterilen aktivite derecesinden oldukça yüksek seyretmektedir. Bu araştırmanın ortaya koyduğu önemli hakikat şudur ki, aslında yalan söylemek, gayrifıtrîdir ve bozulmamış insan için hakikati söylemekten çok ama çok daha zordur.

  Kant, Augustine ve Aquinas’ın temellerini attığı Hristiyan ahlâkına göre yalan çok hususi hâller hâricinde bu dine inanmış toplumlarda yasaklanmasına rağmen, günümüzde hâlâ revaçtadır. Martin’in mülâhazaları tahlil edildiğinde de manzara çok farklı değildir. Martin, hakikat teoride öne çıkarılmasına rağmen, Batı’da yalanın her yerde olduğunu, çünkü çocuklara nasıl yalan söyleyeceklerini ailelerin bizzat öğrettiğini iddia etmektedir. Postmodernite, haz duygusunun her türlü yolla tatminini hoş görme ve her fikre saygılı olma anlayışıyla, yalan söylemeyi kolaylaştırmış, hattâ imaj kültürüyle daha da teşvik etmiştir. Martin’e göre, bu teşvik, kahredici yalan anlayışının temellerinden birini teşkil etmektedir. Makaledeki referanslardan biri olarak sunulan Ford’a göre ise toplum öyle bir hâl sergilemektedir ki, insanlar bozulmamış gerçeğe ve doğruya tahammül etmekte zorlanır hâle gelmişlerdir. İnsanlar duymak istedikleri şeyler söylendiğinde, bunları yalan olarak görmeme eğilimindedirler. İnsanların büyük bir kısmı tabiatta ve sosyal hayatta kendi rollerinin ehemmiyetsizliğini kabul etmeme eğilimi göstermekte, başkalarının kendi konumlarıyla alâkalı yalanlarını doğru saymaya hevesli görünmektedirler. Hattâ ne acıdır ki, bu konularda kendi kendilerini dahi aldatmaktan kaçınmamaktadırlar. Belli ki, insanlar kâinattaki yerlerini konumlandırırken, nihilist ve ateist felsefelerin de tesiriyle şişirilmiş egoları sebebiyle, Cenab-ı Rabbü’l-A’lemin’le aralarında Hâlık-mahluk münasebetini kuramadıklarından, kendi hiç hükmündeki varlık seviyelerini kabullenmekte zorlanmakta ve kendi kendilerine yalan söyleme küçüklüğüne düşmektedirler.

  Batılı psikologların ifadeleri de modern Batı toplumlarında yalan karşısında düşülen acziyetin itirafının izlerini taşır. Çocuklarda yalanın gelişmesini incelemiş olan Maria Vasek, yalan için gerekli olan maharetler(!) olmadan insanın var olamayacağını savunurken, benzer hatadan kendini alıkoyamayan Nyberg ise, yalanı; “dünyayı düzene sokmak için başvurulan, birbirinden farklı fertlerin aralarındaki problemleri çözmelerini sağlayan, acıyla başa çıkabilmeye yardımcı olan, ferdiyetçiliği yakalayabilmeye destek veren ve insanı hayata bağlayan bir mekanizma olarak ” görmektedir.                                   

küfrün sıfatı yalan

  Beyaz yalan aldatmacası

  D. Kuhn’un 22 Nisan 2004 tarihli “Bir Yalan Öbür Yalana Götürür” başlıklı makalesinde etraflıca ele aldığına göre, Batı dünyasında söylenildiğinde kimseye zarar vermediği varsayılarak hoş görülen ve sosyal olarak kabul gören yalanlar, masumluğu ve temizliği tedai ettiren beyaz sıfatı ile taltif edilmiş ve beyaz yalanlar olarak adlandırılmıştır. Bu durum, Batı toplumunun yalan konusunda düştüğü vartayı bir defa daha açıkça göz önüne sermektedir. İnsan karakterinin çocukken şekillendiği hakikatinden yola çıkılacak olunursa, beyaz olarak tarif edilen yalanların, zamanla alışkanlığa dönüşerek, yerlerini bir gün kömür karası yalanlara bırakacağını tahmin etmek herhalde güç olmayacaktır. Belki beyaz yalanların hiçbir zararı olmadığı iddia edilebilir. Ancak beyaz yalanın “hakikati kısmen gizlemenin veya çarpıtmanın başka bir yolu veya tarzı olduğu” düşüncesini îmâ etmesi, yalana kapı aralaması açısından önemlidir. İçinde yaşadığı âleme göre hayli zıt ve müspet bir duruşu olan meşhur İngiliz yazar Jonathan Swift, kendi ülkesinde revaç bulmuş olan aldatma ve yalanı eleştirme adına Gülliver’in misafir olduğu atlar ülkesinin sözlüğünde yalanı karşılayan tek bir kelimenin yer almadığını tasavvur eder. Zîrâ yalan öyle bir kezzaptır ki, damlası dahi hayatı ve insanı eritmeye yetmektedir. Bu sebeple onun beyazı siyahı olmaz; radyasyon gibidir, zararda şahıs, zaman ve mekân ayırt etmez; sadece bugünü harap etmez, geleceği de ipotek altına alır.

Hâlık’ın nâmütenahî adı var, en başı Hakk

Çetin bir ‘ruh tufanı’nın yaşandığı bugünün dünyasında, kötülüğü ve gayrifıtrîliği bütün insanlarca kabul edilen yalanın, nasıl olup da bu kadar yaygın olduğu hususunda, ferdî ve içtimaî tesirleri üzerinde düşünülmelidir. Hakk’ın ve dolayısıyla hakikatin hatırının her şeyden âli olduğu hususu, her türlü ilmî vasıtalar kullanılarak ortaya konmalıdır. Günümüzün insanını hakiki medeniyete ulaştırma ve yalandan korumanın yolu, temsil keyfiyetiyle (konuşurken-yazarken-çizerken, hepsinden önemlisi yaşarken) hakikati ifade etmektir.

Kaynaklar

- http://somniloquy.online.fr/TSI3/why.html

- Social Anarchism, No. 35, 2003-2004, pp. 27-39.

- http://www.press-enterprise.com/newsarchive /

1998/ 05/ 04 / 894250771.html

- The Sunday Times, 20 Kasım 2005

Dr. Numan SARIYAZI


Küfür Fikri Bir Konum Değil Bir Sapmadır

Şeytan ve Çağdaş Takipçileri

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)